Pratisyen Hekim veya Kalp Cerrahı Olmak

3 Aralık 2009 · netologist · 6 dakika, 1071 kelime

Amerika’ya geldiğimde zilyon tane işe zilyon kere CV gönderdim. Bu iş görüşmeleri sırasında kendimi değerlendirme ve sorgulama fırsatı buldum. Ne bildiğim, ne bilmediğim, amacımın ne olduğu, 3 yıl sonra kendimi nerede görmek istediğim gibi sorulara cevaplarım bu sayede netleşti. Hatta bir firmaya bu sorular için FAQ (sıkça sorulan sorular) formatında bir belge sunduğumu bile hatırlıyorum :) Bununla birlikte, şirketlerin işleyişi ve beklentileri hakkında genel bir fikir sahibi de oldum. Bu görüşmelerin neticesinde; ya onlar sizi, ya da siz onları beğenmezsiniz.

Kendinize bir kariyer yolu belirlediğinizde, size başka teklifler sunarak bu yoldan caydırmaya çalışanlar olur. Ve teklif çok ilgi çekici ve mantıklı geliyorsa yolunuzdan cayabilirsiniz. Aslına bakarsanız, iş hayatımın bir bölümünde bu olay defalarca tekerrür etti. Gel-gitlerin ardından nihayet en sevdiğim iş bu benim hayatımın amacı dediğim şeyi buldum. İşte bu kararı verdiğim günlerde başımdan geçen bir olayı paylaşacağım.

Hikayemiz, her zaman gittiğim kafede çalışırken, telefonumun çalmasıyla başlıyor. Arayan Amerikan’ın en saygın medya şirketlerinden biriydi. Görüşmek istediklerini bildirdiler ve beraber ertesi gün 13:45 için randevuleştik. Ne kadar heyecanlandığımı anlatamam. Sonuçta çok saygın bir kurumda çalışma şansım vardı, helede krizin dorukta olduğu şu günlerde…

Görüşmenin olacağı gün, giydiklerime her zaman gösterdiğimden biraz daha fazla özendim. Traştan iyice tahriş olan yüzümü bir kez daha acımasız davrandım. Arabamın çıkardığı küçük sorunla birlikte başlayan geç kalma telaşıma rağmen tam zamanında şirket binasının önüne gelmiştim. Çok merkezi bir yerde, görkemli ve son derece teknolojik bir binaydı.

Kimliğimi verdim. Ziyaretçi bilgilerimi bilgisayara giren resepsiyon görevlisinin, gizlice fotoğrafımı çekmesinden rahatsız olsam da birşey söylemeden kartımı aldım ve hızla görüşeceğim kişinin ofisine gittim. Beni asistanı karşıladı ve biraz beklememi rica etti. Küsuratlı bir randevu saati verdiklerinde, dakikaları değerli ve dakik bir adam hayal etmiştim. Benden önceki görüşmesi geldikten yarım saat sonra nihayete erdi. Görüşmeye başlayacağımızı düşünürken; benden özür dileyip, beş dakikalığına birini görmesi gerektiğini söyledi ve yarım saat sonra geri döndü. Anlayacağınız benim görüşmem bir saat rotarlı başladı. Sinirlense de, insan, olabilir, insanlık hali diyorsunuz değil mi? Bende öyle dedim. Taa ki görüşme ortasında gelen telefon görüşmesinin 10 dk sürmesini seyirci olana kadar. Türkiye’ye söyleniriz ama ben böyle saygısızlık görmedim ülkemde.

Görüşmelerde, insanı germezsiniz rahatlatmaya çalışırsınız değil mi? Daha mülakatın birinci dakikasında “keşke üniversite eğitimini tamamlasaydın, niye üniversiteyi terketmişim” gibisinden akıl hocalığına başlaması ve beni azarlaması ve sonrada bak senin uğraştığın bu alanlarda ben de master tezi veriyorum demesi son derece rahatsızlık vericiydi. Belki son derece iyi niyetliydi ama bana yukarıdan bakan bir züppe imajı verdi. Züppe tavrı, şirkette yatay bir hiyerarşi var diye başlayan cümlelerini yalanlar niteliğindeydi. Görüşmelerin bir yerinde verdiğim bir yanıttan sonra aradığının idealist bir yazılımcı değilde ne iş olsa yaparım abi tipinde adamlar olduğunu anladım. İşte bu andan itibarent anlattıklarımı dinlemediğini farkettim.İşte dedim; beni kariyer yolumdan saptırmaya çalışacak bir şirket daha.

Devasa büyüklükte ki şirketler; sadece geminin gitmesi için ne gerekiyorsa, ürün güdümlü olarak, yapılan işi, detaylı düşünmeden ve hazır sistemler üzerine inşa ederek, bir şekilde çalışsın da, yolda düzeltiriz anlayışına sahip şirketlerdir. Özelliklerinden biri dev aile şirketi olmalarıdır. Ve yaratıcılık ve yenilikçi düşünceyi destekleyecek bir yapı bulamazsınız bu şirketlerde. O kadar hantal bir karar süreçleri vardır ki, departmanların birbirinden haberi pek yoktur. Bilgi akışı şeffaf değildir. Sadece günü kurtaracak ve her işten anlayan sektörde süper kahraman olarak anılan ama bence pratisyen doktor olan adamlar çalıştırırlar. Şirket herşey hakkında fikri olan ama hiçbirşeyi adam gibi bilmeyenlerle doludur. Kaan Aslan bu adamlara ürün güdümlü programcı dediğini http://fazlamesai.com’u takip edenler hatırlayacaktır. Sanırım bu devasa şirketlerin innovatif şeyler çıkartamamasının sebebi, kendi içinde iş bölümü ve uzmanlaşma gibi konulara sıcak bakmadıklarından kaynaklanıyor. Eğer departmanın yöneticileri de bunun önemi için mücadele etmiyorsa vay o şirketin çalışanlarının haline. Tabii bu şirketlerin bir medya şirketi olması ve “innovasyonda ne ki la!?” “bana ne gerek sütlü börek la!?” gibi cümlelerle, rakiplerine yukarıdan bakması ve internet gibi bir ortamda bulunupa bu sosyal gücü farketmemiş olması yazık bu şirketlere dedirtmiştir.

Mülakatıma geri döneyim, önce bana şirkette, web projesi yapmaktan - çöp kutusu dökmeye kadar herşeyi yaptıklarından söz ettiler. Önce beni şaşırtmayan bu cümlenin devamı çok ilginç olmaya başlamıştı (burada bir çalışanımız, tasarımda yapar, masaüstü uygulamasıda yapar, iphone uygulaması da). Beni tanıyanlar bunların hepsi ile uğraştığımı ve yapabileceğimi bilir. Yani tam bir pratisyen hekim gibiyimdir ama bu bilgilerim işimi halledecek seviyede ve yüzeyseldir. Yoksa bir tasarımcının yaptığı işi yapmak haddime düşmez!

Mülakatı yapan kişi söyledikleri konusunda beni ikna etmek için, bilimlerin birbirinden etkilendiği ile ilgili bir örnek verdi. Buna bende inanırım. Sadece bilimler değil sanat bile bilimden etkilenir. Bakınız (Leonardo da Vinci). Eğer benim konuşmama izin verseydi, Palm’ın kurucusu Jeff Hawkins’in Zeka isimli kitabında da bundan söz ettiğini söyleyecektim. Jeff Hawkins kitabında; yapay zeka üzerine çalışma yapan bilim adamlarının sadece kendi branşlarında araştırma yaptığını aslında bunları ayrı ayrı değil birlikte değerlendirmek gerektiğinden söz eder. Masaüstü, Web ve Mobil bambaşka paradigmalara sahip, başka patternlere ve spec’lere sahip olan konulardır. Ve özünde birbirinden farklı uzmanlık alanı gerektirir. İyi işler çıkaranlar bunların üçüyle de aynı anda uğraşmazlar. En azından ben görmedim. Farklı bilimlerden beslenmek gerekir. Aynı bilimin farklı kolları bize bunu sağlamaz.

Mülakat benim için ve onlar için bitmişti ama son olarak beni yazılım ekip müdürleri ile görüştürme kararı aldılar. Aradıkları adam ben değildim ama bu komedinin nereye gideceğini de merak ediyordum.

İşe gerçekten ihtiyacım olduğu halde; bu sefer kariyer yoluma sadık kalmaya kararlıydım. Ve bir pratisyen doktor değil de kalp cerrahı olmak istediğimi ve yol haritamdan söz ettim. Hak verdiğim tek nokta onların aradığı benim olmak için çalıştığım adam değildi. Onlara bolca pratisyen hekim gerekiyordu. Memur zihniyetli, gelişimek için yukarıdan gelen bilgi ile yetinen, bilgiyi edinmek için özel uğraş vermeyen adamlar. Beni ikna etmeyi son kez deneyen yazılım ekip lideri bana neden bu kadar dil ile yazılım yazdığımı sordu. Öyle ya!, neden tek bir dil ile uzmanlığımı pekiştir miyordum? Sorular önemlidir! Ama bana halen yanlış sorular soruluyordu. Tüm uğraştığım dillerde web geliştirdiğimi söyledim. Sonra lafı arabalara getirdim. Arabalara ilgi duyduğumudan söyledim. Grande Punto sahibiyim ama arada Porche, Ferrari, BMW, Mercedes gibi araçlarıda denerim. Belki onları alacak kadar gücüm yok ama otomobil kullanmayı severim. Programlama dilleri arabalar gibidir. Doğru yolda doğru aracı seçmek gerekir. Bu kadar programlama dili ile ilgilenmiş olmam, bu kadar framework incelemiş olmam benim perspektifimi geliştirmek içindir. Bunlar beni pratisyen hekim olduğumu göstermez.

Gönül isterdi ki, web konularından (güvenlik, ölçeklenbilirlik, verimlilik ve mimarile vb) söz edilseydi. Bunları konuştuğumda gözlerimde oluşan ışıltıyı görmelerini çok isterdim. (:

Sonuçta insan eğlendiği işi yapmalı öyle değil mi? Bence pratisyenlik, uzmanlık konunuza karar verene kadar geçirdiğiniz zaman dilimidir. Eğer pratisyen hekim olmak sizi yaparken eğlendiriyorsa doğru yoldasınız ama ben uzmanlığımı seçtim cerrah olma yolunda tam gaz ilerliyorum. Hem de kalp cerrahı :P